ÜSKÜP TARİHİ


Makedonya’nın başkenti olan Üsküp, tarihte birçok uygarlığın göz diktiği topraklardan biridir. Çünkü hem toprakları hem de bulunduğu coğrafi konum açısından çok sayıda krallığın yolu haline gelebilirdi. Ve kentteki bu potansiyeli tüm medeniyetler gördü.
Üsküp; Balkan Yarımadasının tam ortasında bulunur. Bu kent bölgenin iktisadi, siyasi ve kültürel hayatında her devirde önemli rol oynamıştır. Coğrafi anlamda, Vardar ile Morova Vadileri’nden geçen ve güneyde Selanik-Ege Denizi’ne, kuzeyde ise Panon Havzası'na  (Nis- Belgrad) ulaşan yolun üzerinde bulunmaktadır. Adını bir İlir Kabilesinin yerleştiği bölge olan, Skupi'den almıştır. M.Ö. 210 yılında Makedonya hükümdarlarından II. Filip, ordularıyla gelerek Üsküp'ü işgal etmiş ve Prizren ile Priştine'ye kadar bu bölgeyi egemenliği altına almıştır.


Daha sonra yani milattan 148 yıl kadar önce Roma kumandanlarından Metellus, ordularıyla Makedonya hükümetini tamamen yok edip, Üsküp'ü de zapt ederek kendi hâkimiyeti altına almıştır. Üsküp, sonradan Romalıların Dardania adındaki eyaletin başkenti olmuştur. Bugün Üsküp'ün birer semti olan Aşağı Vodno ve Nerez arasındaki antik kentin arkeolojik kalıntıları, eski Dardanların varlığını bize gösterir.
Ortodoks Hıristiyanlarının ve Arnavutların bugün bile Üsküp'ü İllerce'den Shkup (Skup) ismi ile adlandırmaları bu antik şehrin ilk sakinlerinin Illir Peonlari oldugunu net bir şekilde ortaya koyuyor. M.Ö. 2. yüzyılın birinci yarısında yaşamış olan ünlü bilim adamı Batlamyus II. asırda ilk defa Üsküp'ten bahsettiği gibi, burası bir asır sonra da Roma İmparatorluğu’nun yollar haritasındaki çizimlerde gösterilmiştir.


Yedinci Roma Legionunun üssü olarak büyüyen ve gelişen Üsküp(skopje) 518 senesinde gerçekleşen büyük bir depremle tamamen yıkılmıştır. Depremden kurtulan halk, burayı yeniden inşa etmeyip, Kale ile Gazi Baba arasında Vardar'ın sol kolu olan Serava Çayı Vadisi’ne yerleşmiş ve çalışkanlıkları sayesinde çok kısa bir zamanda eski zenginliğini ve gücünü geri kazanmıştır. Bu ikinci Skopje’nin, özellikle Bizans İmparatoru Justinianos (527-565) zamanında, nüfusunun arttığını ve oldukça düzenli bir şehir halini aldığını gösteriyor. Justinianos‘un getirdiği su ve yaptırdığı mimari eserlerden dolayı bu kente, "Justinyana" adı verilmiştir. Justinyana’nın Üsküp'ün Tahor Köyü’nden olduğunu Üsküplü yaşlıların işittiği söylenir. Daha sonra Justinianos birkaç şehir daha tamir etmiş ya da kurmuş olup her birisine bu ismi vermiştir. Üsküp, bunlardan birincisi olmak üzere Justinyana Prima şöhretiyle diğerlerinden ayrılan ve daha sonra Skupi diye isimlendirilen şehirdir.
Türkler tarafından fethedildikten sonra, Arapçada "suların akması ya da kaynaması" manasına gelen Üsküp adıyla gururlandırılmıştır. Daha sonraları, meydana gelen çok şiddetli ve uzun süren yer sarsıntısının etkisi ile şehir yıkılıp yok olmuştur. Ayrıca, devrinin tarihçileri tarafından Balkan yarımadasının büyük ve parlak bir şehri olarak anlatılan Üsküp, sonrasında daha yenice konulan Toresyum ismini koruyamamıştır. 6. yüzyıl sonunda Üsküp'ün hemen civarında, kendini göstermeye başlayan Slavlar, 7. yüzyılda bu ismi Skoplfe (Skopie, Skofe, Skopifa v.s.) olarak değiştirip, buraya yerleşmişlerdir.
Şimdiki başkent Üsküp, Car Samoil (976 - 1014) zamanında da gelişerek büyük bir ticaret merkezi haline gelmiştir. Bu devletin yıkılmasından sonra ise Bizanslıların kültürel ve iktisadi bakımdan çok güçlü etkisi altında kalmış ve Bizans'ın askeri, idari ve iktisadi bir merkezi haline gelmiştir. 12. yüzyıl Arap coğrafyacısı İdris de bu şehri 1154 yılındaki dünya haritasında "Iskubia" adıyla anmaktadır.


Üsküp kısa işgaller dışında, 1282 yılına kadar Bizans İmparatorluğuna ait idi. Bizans Hükümdarı I.Justinyonos Üsküp'te doğduğu için şehre ayrı bir önem vermiş ve çok sayıda imar yapılmasını sağlamıştır. 1154 tarihinden itibaren Sırp hâkimiyetine giren Üsküp, 110 yıl bu devletin gözbebeği olmuştur. Sırp Kral veya İmparatoru Dusan 1346'da burada taç giyme törenini yaşamıştır. Hemen arkasından, Uros 1359'da burada taç giymiştir. Vukasin'in de 1366'da burada İmparator ilan edildiği bazı kaynakçalarla söylenmektedir. Bu devirde Üsküp, gelişmiş panayırlarıyla çok güçlü bir ticaret merkezi haline gelmiş ve Balkan yarımadasının her bölgesinden ticaret tacirlerini, kendisine çekmiştir. Zaten o dönem Üsküp'e yerleşenlerin büyük bir çoğunluğunu Dubrovnik'ten gelen ticaret tacirleri teşvik etmiştir.
1389 senesinde Kosova meydan muharebesini kazanan Osmanlılar için, Üsküp'ün çok önemli ayrı bir önemi vardı. Yıldırım Beyazıd'ın ilk hükümdarlık senelerinde Üsküp Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarına girdi.
Eski Osmanlı araştırma ve tarihçilerine göre, Üsküp İshak Bey’in hocası Paşa Yiğit Bey tarafından 6 Ocak 1392 fethedilmiş. Ancak bu tarihçilerden bazıları, şehrin tarihini tam olarak yazamamışlardır. İçlerinden sadece bir tarihçi,  bir Sırp Kitabesinde şehrin 1392'de Türkler tarafından alındığını yazmıştır. S. Sami ise kaynak vermeksizin 1389 senesinde Üsküp'ün Türk fatihi olarak Timurtaş Paşa'dan bahsetmektedir. Ali Cevad, Lugat-i Tarihiye ve Coğrafiye eserinde de Timurtaş Paşa'yı şehrin fatihi olarak yazmaktadır. H. Sabanoviç ise Üsküp'ü Türklerin fethedemediklerini, belki Sırp Vuk Brankovic ile Türk Sultan'ı arasında yapılan bir anlaşma sonrasında, buranın Türklere verildiğini ileri sürmüştür. Ayrıca Üsküp’ün İlk üç Beyinin de Kosova Meydan Muharebesinin kumandanlarından biri olan ve daha sonra Üsküp'te olup, Meddah Camii (ki bu camii 1963'teki depremde tamamıyla harap olmuştur) avlusunda ölü bulunan,  Paşa Yiğit olduğunu kaydeder. Yiğit Paşa’dan sonra O’nun yerine İshak Bey geçmiştir. İshak Bey, Sultan II. Murat ve oğlu Fatih Sultan Mehmet'in önde gelen devlet adamlarındandır.


İshak Bey, uzun süre Arnavutluk, Sırp ve Bosna bölgelerinde savaşlarda bulunarak Saraybosna'yı Bosna Kralından alıp, Smederevo'ya kadar giderek, egemenlik çemberini genişletmiştir. Debre ve Mat yöresini Arnavutluk prensi Jan Kastriyoti'den almış, uzun yıllar da bu görevinin başında kalmıştır. Zamanla, yaşlılığından ötürü görevi oğlu İsa Bey'e verilmiştir. Yine yönetim üssü olarak Üsküp belirlenmiştir. İshak Bey ise Üsküp'te kaldığı esnada vefat ederek Saat Kule'nin karşısına gömülmüştür. İshak Bey’in oğlu olan İsa Bey, kumandan olunca babasının fethettiği o geniş toprakların sınırları içerisinde kalmıştır. Ama boş durmamış, fethedilmemiş olan bazı şehir ve kaleleri de fethetmeye başlamıştır. Hareketinin ilk hedefi olan prenses İren'dir. İren’in çeyiz eşyalarını muhafaza eden Sırp askerlerini uzun zaman direniş gösterdikleri halde, sonunda kuşatma ve baskı altına alarak ele geçirmiştir. Sultan II. Murad 850 - 852 ile 1446 – 1448 yılları arasında Arnavutluğu fethetmek için, Arnavutluk Prensi Jan Kastriyoti ile fazlaca savaşmıştır. Uzun zaman Üsküp'te kalması gerektiğinde boş durmamış ve Vardar Nehri üzerindeki Taşköprüsü ile İmaret Camii gibi faydalı mimari yapılar yaptırmıştır. Bu esnada istilalar devam etmektedir.
853 - 1448 tarihinde Macaristanlı Yan Hünyadi'nin kumandasıyla gelen Bohum, Alman ve Macar müttefik orduları ile meydana gelen İkinci Kosova Savaşı'nda düşmanlarını yok ederek onları bu bölgeden uzaklaştırmıştır. Bu savaş nedeniyle Sultan II. Murat yine Üsküp'te uzun süre kalma arzusunu yerine getirememiştir. Kalenin bazı yerlerini tamir etmesinden dolayı kapı üstündeki kitabede "Murat bin Mehmet Han, sene hamsin ve seman mie" cümlesi yazılır.
Üsküp, 1392'den Sırbistan (1459'da) ve Bosna (1463'te) Osmanlılar eline geçmesine kadarki zamanda, buradan Bosna'ya kadar uzanan Türk bölgelerini idare eden Uç beylerinin başkenti idi. Daha sonra 15. asrın ortalarında da Üsküp, bölgenin idari merkezi olmuştur.
 1912-1913 balkan savaşlarından sonra bölge Osmanlı hâkimiyetinden çıkmış ve toprak bütünlüğünü sağlayamaz hale gelmiştir. Topraklarının istilası sonucu Sırbistan hâkimiyetine giren şehir, daha sonra Bulgaristan sınırlarına dâhil olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sonrası Yugoslavya’nın Komünist eyaletlerinden biri haline gelmiş, ancak çok geçmeden 1991’de ülkenin bağımsızlığını ilan etmesi ile hem başkentliğini hem de tarihteki yerini korumaya devam etmiştir.
Yıllarca mücadelelere, savaşlara, depremlere ve nice ayaklanmalara sahne olan kent, nice hükümdarların da saltanatının başlangıç anına tanık olmuştur. Muhteşem bir tarihe sahip olan kentte en üzücü olan bu tarihin yalnızca eski ve yıpranmış arşiv belgelerinde, kitaplarda ve elbette hafızlarda kalmış olmasıdır.
Skopje’nin halen var olmaya çalışan tarihi binalarından olan Skopje'nin ilk tren istasyonu 1873 yılında yapılmıştır. Daha sonra bu yapı Sırplar tarafından yıkılmış ve yerine daha güzel ve daha modern bir tren istasyon halinde inşa edilmiştir. 1963’te meydana gelen Skopje depremi 2000 insanın ölümüne neden olmuştu. O depremde çok sayıda tarihi eser de yıkılarak yok oldu. Bunlardan biri de istasyon binasıdır. Depremden geriye kalan tek varlık deprem anında duran ve bir daha çalışmayan saatli binadır.
Makedonya’nın başkenti Üsküp, tarihsel olarak bu unvanı fazlasıyla hak ediyor. Önemli olan bu tarihe saygı duymak ise Makedonya tarihsel anlamda başkentine sahip çıkmak için elinden geleni yapıyor. Böylesine tarih kokan bir başkentte üniversite okumayı kim istemez ki? Yurtdışı eğitim ile ilgili önyargıların kaldırıldığı, avantajlarının fark edildiği, kaliteden ödün vermeden çalışan danışmanlık merkezi olarak EuroStar Yurtdışı Eğitim Merkezi ön plandadır. EuroStar ile yurtdışında okumanın faydalarını ve detaylarını öğrenebilmeniz mümkündür. Siz de EuroStar ile kariyerli bir üniversite eğitimi alabilmek istiyorsanız EuroStar'ın internet sitesindeki telefon numaralarından ulaşabilirsiniz.